Ana Sayfa Blog Sayfa 43

Genç Nüfus Tarımdan Uzaklaşıyor

Artan Maliyetler Karşısında Ezilen ve Emeğinin Karşılığını Alamayan Çiftçiler Ne Yazık ki Tarımdan Elini Çekmeye Başladı. 

Çiftçilerimiz yüksek enflasyon ve faizlerin karşısında üretime devam etmeye çalışsa da Mazot, gübre, ilaç, sulama ve işçilik gibi girdi maliyetlerindeki artışlar karşısında zorlanmaya devam etmekteler. 

Yüksek kredi faizleri ve Borçlanma nedeniyle zorlanan çiftçiler, Tarımsal desteklemelerin yetersiz kalması ve birçok üründe alım fiyatlarının maliyetleri dahi karşılamaması nedeniyle üretimden uzaklaşmaya başladı. 

*Artık Gençler Tarımdan ümidini kesmiş gibi görünüyor.*

Ailelerinin yaşadığı zorluklara şahit olan gençler ne yazık ki tarımdan ümidini keserek köyden kente göç etmeye başladı. Özellikle yeni evlenen gençler tarımın ve çiftçiliğin zorlu koşullarından uzaklaşarak kentlerde yaşamayı ve çalışmayı tercih etmekteler. 

Böyle giderse tarım ancak büyük şirketlerin kontrolünde yapılacak gibi görünüyor. 

Köylerin boşalmaya başladığı, tarım ve hayvancılığın bitme noktasına geldiğinden şikayetçi olan köylümüz gençleri üretime yönlendirmezsek gelecekte üreten değil tüketen bir toplum olacağımızdan endişeli. 

2012 Yılında yürürlüğe giren Büyükşehir Yasası ile kırsal alanlarda yerel yönetim hizmetlerinde aksaklıklar yaşandığı ve köylerde yaşayan ve üretim yapan vatandaşlarımızı da etkilediği aşikar. 

Köylerin mahalle statüsüne geçmesi ile belediyeler arası görev karmaşası yaşanırken, kırsal alanlarda tarım ve hayvancılığı destekleyecek altyapı eksikliklerinin de ortaya çıkması ve köyde yaşam maliyetinin artması da önemli bir etken olmuştur. 

Kırsal Bölgelerimizin Kalkınması ve sürdürülebilirliği için köy tüzel kişiliklerinin statüsünün tekrar devredilmesi de oldukça önemlidir.

Tarım ve Orman Bakanlığımızın tarımsal destekleri artırması, genç nüfusu kırsalda tutacak altyapı ve eğitim projelerini desteklemesi de büyük önem taşımaktadır. 

Aksi halde, tarımsal üretimdeki bu kopuş, hem yerel gıda güvenliğini ve sürdürülebilirliği tehdit edecek hem de kırsal bölgelerde ekonomik faaliyetlerin sonlanmasına neden olacak gibi görünüyor.

[article id=”5270″ color=”bg-primary”][/article]

Cumhuriyet için anayasa değişikliği temmuz ayında hazırlandı

Cumhuriyet aslında 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan TBMM ile fiilen kurulmuş oldu. 29 Ekim 1923 günü de ismi ilan edildi. Bunun böyle olduğunu Mustafa Kemal Paşa, 15-20 Ekim 1927 tarihinde CHP Kongresinde yaptığı tarihi konuşmada anlatır: 
“Arz etmek istiyorum ki, hükümet teşkili hakkında teklifte bulunmadan evvel, hissiyat ve anlayışları göz önünde bulundurmak zarureti vardı. Bu zarurete tabi olmakla beraber, maksadı saklı bulunduran teklifimi bir önerge halinde takdim ettim. Kısa bir münakaşa ile ve bazı itirazlara rağmen kabul olundu.
Bu önergeyi bugün gözden geçirecek olursak, orada esaslı umdelerin tespit ve ifade edilmiş olduğunu görürüz. Bu umdeleri, müsaade buyurursanız, burada belirterek sayacağım:
1) Hükümet teşkili zaruridir.
2) Geçici kaydıyla bir hükümet reisi tanımak veya bir padişah vekili ortaya çıkarmak caiz görülemez.
3) Meclis’te yoğunlaşan milli iradeyi, bilfiil vatanın mukadderatına el koymuş tanımak esas umdedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üstünde bir kuvvet mevcut değildir.
4) Türkiye Büyük Millet Meclisi kanun yapma ve icra salahiyetlerini kendinde toplamıştır.
Meclis’ten seçilecek ve vekil kılınacak bir heyet hükümet işlerine bakar.
Meclis reisi, bu heyetin de reisidir.
Not: Padişah ve Halife, baskı ve zorlamadan kurtulduğu zaman, Meclis’in düzenleyeceği kanuni esaslar dairesinde vaziyetini alır. Efendiler, bu esaslara dayalı olan bir hükümetin mahiyeti kolaylıkla anlaşılabilir. Böyle bir hükümet, milli hâkimiyet esasına dayalı halk hükümetidir; cumhuriyettir.
Böyle bir hükümetin teşekkülünde esas, kuvvetler birliği teorisidir. Zaman geçtikçe bu esasların kapsadığı manalar anlaşılmaya başladı. İşte o zaman münakaşalar ve vakalar birbirini takip etti.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, Nutuk-II, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2012. s.26.) 

CUMHURİYET İLANI ÖNCESİ

Gazi Paşa Cumhuriyetin ilanı aşamasını ise şöyle anlatır: 
“Efendiler, Meclis’çe cumhuriyet kararı 29/30 Ekim 1923 gecesi saat 8.30’da verildi. On beş dakika sonra, yani 8.45’te reisicumhur seçildi. Keyfiyet aynı gece bütün memlekete tebliğ ve her tarafta gece yarısından sonra yüz bir pare top atılarak ilan olundu. İlk kabinenin İsmet Paşa tarafından teşkil edildiği ve Meclis Riyasetine Fethi Bey’in seçildiği malumdur.” (Age, s.301-302.)
Gazi Paşa, Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine kürsüye çıkar ve teşekkür konuşması yapar. Sözlerini şöyle bitirir: “Türkiye Devleti’nin, zaten cihanca malum olan, malum olması lazım gelen mahiyeti, milletlerarası bilinen unvanıyla yâd edildi. (…)
Son senelerde milletimizin fiilen gösterdiği kabiliyet, eğilim, idrak, kendi hakkında kötü zanda bulunanların ne kadar gafil ve ne kadar incelemeden uzak, görünüşe aldanan insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. Milletimiz sahip olduğu vasıflarını ve liyakatini, hükümetinin yeni ismiyle medeniyet cihanına daha çok kolaylıkla göstermeye muvaffak olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, cihanda işgal ettiği mevkiye layık olduğunu eserleriyle ispat edecektir. (…) 
Arkadaşlar, bu yüce müesseseyi vücuda getiren Türk milletinin son dört sene zarfında kazandığı zafer, bundan sonra da birkaç misli olmak üzere tecellilerini gösterecektir. (…) 
Milletin teveccühünü daima dayanak noktası kabul ederek hep beraber ileriye gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır.” (Age, s.301.) 

MUHALEFETE ELEŞTİRİ 

Atatürk, Cumhuriyetin ilanından rahatsız olan muhalifleri ise şöyle eleştirir:
“Efendiler, cumhuriyetin ilanı bütün milletçe sevinç sebebi oldu. Her tarafta parlak gösteriler ile sevinç açığa vuruldu. Yalnız İstanbul’da iki üç gazete ve yalnız İstanbul’da toplanan bazı zevat, milletin genel ve samimi olan sevincine iştirakte tereddüt etti, endişeye düştü, cumhuriyet ilanına önayak olanları eleştirmeye başladı. İşaret ettiğim gazetelerin ve zevatın cumhuriyet ilanını nasıl karşıladıklarını hatırlamak için, o günlerdeki neşriyatı sadece gözden geçirmek kâfidir.
Mesela “Yaşasın Cumhuriyet” başlığı altındaki yazılar bile cumhuriyetin ilan ve tespit tarzının garip olduğunu, bunda “sıkboğaza getirilmiş gibi bir hal” bulunduğunu ilan ediyordu. Bu yazıların sahibi şu fikirleri ileri sürüyordu: “… şöyle olacağı, böyle olacağı söylenip dururken, diğer taraftan birdenbire, birkaç saat içinde Kanunu Esasi değişikliği yapılıvermesi, en yumuşak tabir ile gayri tabii bir harekettir.”
Bizim hareket tarzımız “medeniyet dünyasını anlamış, okumuş, etraflıca incelemiş, devlet idaresine ehil olmuş zihinlerden çıkacak muhakeme eseri” değilmiş…
Cumhuriyetin ilanını Meclis’in alkışlarla kabul etmesi, milletin toplarla kutlaması eleştiriliyor; deniyordu ki: “Cumhuriyet alkış ile, dua ile, şenlik ve donanma ile yaşamaz”, “Cumhuriyet bir tılsım değildir. Millet Meclisi’nde bir efsun yapıldı. Bundan sonra her iş kendiliğinden düzelecek, her derdin çaresi kendiliğinden bulunacak değildir.”
“Ben cumhuriyetçiyim” diyenlerin, cumhuriyetin ilanı günü kaleminden çıkacak sözler bunlar mı olmalıydı?” (Age, s.302)
Tabi muhalefetin bu ölçüsüzlüğüne uzun süre göz yumulamaz. İstiklal Mahkemesi bu sefer İstanbul’da kurulur. Gazeteciler yargılanır. Muhalefetin ölçüsüzlüğü sürünce malum İzmir suikastıyla yeni bir safhaya girilir ve Cumhuriyetin sert kılıcı çalışmaya başlar… Kanla irfanla kurulan Cumhuriyet birilerine kurban edilemez! 

İLANIN PERDE ARKASI

Cumhuriyetin ilanı, TBMM’nin nisan ayında yeni seçime gitmesi, 24 Temmuz günü Lozan Antlaşması, 6 Ekim 1923 günü Türk Ordusunun İstanbul’a girmesi ve şehrin işgalcilerden kurtulması, 13 Ekim günü Ankara’nın başkent ilan edilmesi, devletin şeklinin Cumhuriyet olacağı tartışmaları, muhaliflerin ayak oyunları ve bunun sonucu hükümet kriziyle ortaya çıkan bir gelişmeydi. Kaçınılmaz duraktı. Çünkü ondan önceki bütün süreçler aşılmıştı. En önemlisi de Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşmıştı. Onu yapan halkın yönetimi tescillenecekti. Olan buydu! 
Anayasa değişikliği tasarısı Meclise geldiğinde 158 vekilin oy birliğiyle kabul edildi. Bunun da perde arkası var. Bunu da Atatürk’ün Özel Kalem Müdürü ve daha sonra Genel Sekreteri olan Hasan Rıza Soyak anılarında şöyle aktarır:    
“1923 senesinin Temmuz ayındaydı. Büyük Millet Meclisi ikinci devre seçiminin arkası yeni alınmıştı. Atatürk, Halk Fırkasının kuruluşunu tamamlamakla meşguldü, Lozan Muahedesi de o günlerde ya imza edilmiş yahut imza edilmek üzereydi.
Bir gün Çankaya Köşkünden, Ankara İstasyonundaki Hususi Kalem binasına gelen kalem müdürü rahmetli Hayati Bey, beni Paşa’nın (Atatürk) istediğini söyledi; sebebini sordum, ‘Bilmiyorum’ dedi. Gönderilen bir otomobille Köşke çıktım. Yanımda arkadaşım Bolu mebusu ve Atatürk’ün eski yaveri rahmetli Cevat Abbas (Gürer) da vardı.
O sıralarda bir bağ evi olan eski Köşkün genişletilmesine karar verilmişti. Bu maksatla evin arkasındaki kayaların bir kısmı atılıyor, yapılacak ilâve için müsait yer açılıyordu.
Atatürk benim geldiğimi görünce, yanında bulunan sayın eşi Lâtife Hanımefendiyle, Cevat Abbas, Siirt mebusu Mahmut Beylere ve şimdi kimler olduğunu hatırlayamadığım daha bir iki misafirine:
‘İsterseniz bahçeye çıkıp kayaların nasıl atıldığını görelim. Biraz hava da almış oluruz’ dedi ve arkasından ilâve etti: ‘Hadi siz buyurun, ben de geliyorum…’
Onlar salondan çıktıktan sonra yanıma yaklaştı, yelek cebinden birkaç küçük kâğıt parçası çıkarıp bana uzattı; bu kâğıtlar o zaman daima kullandığı bir not defterinden koparılmış yapraklardı. “Bunları müsvedde halinde tebyiz edeceksin… Yazılar biraz karışıktır, dikkat et. Okuyamadığın yahut anlayamadığın yer olursa beni buraya çağırır sorarsın… Bir ‘Sepk-ü rapt’ noksanına rastlarsan düzeltmeye mezunsun… Aynı zamanda şunu da söyleyeyim ki bunları şimdilik yalnız sen ve ben bileceğiz. Amirlerine dahi bahsetmeye lüzum yoktur” buyurdu. Bana çalışmak için kendi masasını gösterdi, bahçeye çıktı.

HEYECAN YARATAN NOTLAR

“O çıkıp gittikten sonra kâğıtları okumaya başladım. Daha ilk satırlarda büyük bir heyecana kapıldım. Bunlar, o zaman mevcut olan 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun bazı maddelerini tadil mahiyetindeydi. Evvelâ 1. maddeye “Türkiye Devletinin Hükümet şekli Cumhuriyettir” cümlesi ilâve edilmişti. Ondan sonra aşağıdaki maddeler sıralanmıştı:
-“Türkiye Devleti BMM tarafından idare olunur. Meclis, Hükümetin ayrıldığı idare şubelerini İcra Vekilleri vasıtasıyla idare eder.
-Türkiye Cumhurreisi BMM umumî heyeti tarafından ve kendi azası arasından bir seçim devresi için intihap olunur. Riyaset vazifesi, yeni Cumhurreisinin intihabına kadar devam eder. Tekrar intihap olunmak caizdir.
-Türkiye Cumhurreisi Devletin reisidir. Bu sıfatla lüzum gördükçe, Meclise ve Vekiller Heyetine reislik eder.
-Başvekil, Cumhurreisi tarafından ve Meclisin azası meyanından intihap olunur. Diğer Vekiller, Başvekil tarafından ve yine Meclis azası arasından intihap olunduktan sonra hepsi birden Cumhurreisi tarafından Meclisin tasvibine arz olunur. Meclis içtima halinde değilse tasvip keyfiyeti Meclisin içtimaına talik olunur.”

‘ŞİMDİLİK ÜÇÜMÜZÜN ARASINDA KALSIN’

“Notlar bu maddelerden ibaretti, Görüldüğü gibi bunlar arasında dil ve dine ait bir kayıt mevcut değildi. Çok küçük harflerle ve epeyce karışık olarak yazılmış olan bu yazıları tebyiz ederken, kendisi bir iki defa salona gelerek yazdıklarımı kontrol etti; iş bitince de yazdıklarımı aldı, cebine koydu ve kendi notlarını yırtıp attı.
Bundan sonra, bir gün daha çalıştı; o zamanki Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ile eski ‘Osmanlı Kanunu Esasi’sinin siyasî, idarî, teşri’î, malî ve kazaî hükümlerini yeni duruma uygun şekle sokarak tam bir Anayasa Tasarısı vücuda getirdi ve:
“Şimdi bunu al Adliye Vekili Seyit Beye götür. Yarına kadar okusun; Halk Hâkimiyeti ve Cumhuriyet mefhumlarıyla, umumi hukuk kaideleri bakımından tetkik etsin, mütalâalarını bildirsin. Meselenin şimdilik üçümüzün arasında kalmasını arzu ettiğimi de söylersin…” emrini verdi.
Seyit Bey’i evinde ziyaret ettim. Atatürk’ün ricalarını bildirerek tasarıyı kendisine verdim. Ertesi gün, yine evinde buluştuk. “Pek mükemmel, esaslarda tamamen mutabıkım. Yalnız birkaç talî noktada -emirlerine uyarak- mütalâalarımı not ettim” dedi. Tasarıyı aldım, Köşke çıkıp Atatürk’e takdim ettim. 
O günden Cumhuriyetin ilân edildiği 29 Ekim 1923 tarihine kadar geçen 3- 4 ay içinde bir daha ben, doğrudan doğruya kendisinin bundan bahsettiğini işitmedim. Yalnız, Viyana’da çıkan Neu Freie Presse gazetesinin bir muhabirine verdiği beyanatı arasında “Yeni Türkiye Devletinin Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini size tekrar edeceğim: “Hâkimiyet kayıtsız, şartsız milletindir. İcra kudreti, teşri selâhiyeti, milletin tek hakikî temsilcisi olan BMM’de tecelli ve temerküz etmiştir.” Bu iki maddeyi bir kelime ile hulâsa etmek kabildir: CUMHURİYET…” demişti.
Bu beyanat, gerek memleket -bilhassa İstanbul- gazetelerinde ve gerek yabancı basında türlü tefsirlere yol açmış, “Cumhuriyet şekline geçmek üzere bulunduğumuz” yolunda neşriyat yapılmıştı.
Bir de sulhun takarrür etmesi üzerine, tabiatiyle, değişmiş olan şartlara daha uygun, bir Teşkilãt-ı Esasiye (Anayasa) projesi hazırlamak üzere Halk Fırkasınca ilmî selâhiyeti haiz mebuslardan mürekkep bir komisyon kurulmuş ve istasyonda Hususî Kalem binasının üst katındaki salonda çalışmaya başlamıştı, Komisyon üyeleri arasında Diyarbakır mebusu Ziya Gökalp da vardı. Atatürk ara sıra bu komisyonun müzakerelerine katılıyor, gazeteler, bunu haber verirken komisyonda Cumhuriyet şekli üzerinde durulduğunu da ilâve ediyorlardı. İcra Vekilleri Heyeti Reisi Ali Fethi Bey (Okyar) de bir konuşmasında gazetecilerin soruları üzerine Anayasanın bazı maddelerinin tadile muhtaç olduğunu ifade eylemiştir.
Bütün bunlardan anlaşılan şudur ki; bir işin sırası gelinceye kadar, kendisini tutmasını pek iyi bilen Büyük Adam, geçen müddet zarfında, bir taraftan düşündüğünü tatbik etmek için münasip fırsat zuhuruna intizar etmiş, diğer yandan fikirleri yoklamak ve hazırlamakla meşgul olmaktan da geri durmamıştı.” (Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, C.1, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1973, s.181-183.)

KRİZ NASIL ÇIKMIŞTI

Soyak, Hükümet krizini de şöyle anlatır:
“1923 yılı Ekim ayının son günlerinde mevcut Teşkilat-ı Esasiye Kanununun tatbikatına ait bir meseleden dolayı güçlük baş göstermişti.
Mesele şuydu: Ali Fethi Bey (Okyar) bütün dikkat ve Vekilleri Reisliğine hasretmek düşüncesiyle Dahiliye Vekâletinden istifa etmişti. Aynı zamanda Meclis İkinci Reisliği de Ali Fuat Paşa’nın (Cebesoy) çekilmesi üzerine boş kalmıştı.
Teşkilât-ı Esasiye Kanunu hükümlerine göre, bunların yerine Meclis Umumi Heyeti tarafından, yenilerinin seçilmesi icap ediyordu. Diğer taraftan BMM ikinci devresinde, birinci devredeki İkinci Grup gibi, daha ziyade gizli faaliyette bulunmayı tercih eden, Fırkanın Umumi Reisi ile istişare, hatta temastan çekinen ve bir takım şahsî hislere kapılarak İcra Vekillerini durmadan hırpalamaya çalışan muhalif bir hizbin vücut bulduğu görülüyordu.
İşte bu hizbin sinsi faaliyeti neticesi olarak Fırka Grubu; Hükümetin teklif ettiği zevat yerine Dahiliye Vekilliği için Erzincan mebusu Sabit (Sağıroğlu) ve Meclis İkinci Reisliği için de Rauf (Orbay) beyleri namzet göstermiş, fakat Fırkanın Umumî Reisi Atatürk bu kararı tasvip etmemişti.” (Soyak, Age, s.184.) 

MAZHAR BEY’E YAZDIRILAN NOT

Burada hatırlatmamız gereken önemli bir husus da Atatürk’ün daha Erzurum’da iken eski Vali Mazhar Müfit Kansu’ya “Yaz, vakti zamanı gelince Cumhuriyet ilan edilecek” şeklinde tarihi notudur. Aslında 29 Ekim günü, Paşa’nın o sözünün 4 yıl sonra olaylarla hayata geçmesi idi. 
Şunu da hazırlatalım, Cumhuriyet öyle bir gecede oldubittiyle ilan edilmedi. Aylar öncesinde tartışılarak ortam buna hazırlandı. Fikirler söylendi, alındı… Ayrıca Cumhuriyet bizde ilk kez ilan edilen bir sistem de değildi. Dünyanın birçok ülkesinde cumhuriyet vardı: Fransa, ABD, Çin, Rusya, Portekiz, Azerbaycan ve Buhara… 
Atatürk, 2 Aralık 1923, Tercümanı Hakikat gazetesi Başyazarı Hüseyin Şükrü Bey’e verdiği demeçte, “Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu kazanmak için çok kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lazım olanı yapmaya hazırız. Cumhuriyet fikir serbestisi taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre hürmet ederiz. Her kanaat bizce muhteremdir. Yalnız bize karşı olanların insaflı olması lazımdır.” der. (ATABE, C.16, s.172.) 
Bu sözler çok şeyi anlatır. 
Cumhuriyetimiz ebedi olsun…

Aydın Ak Parti’de değişen bir şey yok!

 

Ak Parti Aydın’da ilçe kongrelerini yapıyor,

 

Ancak partide değişen bir şey yok.

 

Ak Parti’de rutine binmiş her şey!

 

Aynı isimlerle devam ediliyor.

 

Ak Parti Aydın’da yapılan hatalardan ders alınmıyor.

 

Hatada ısrarcı bir tavır var.

 

Hatada ısrar etmek neye sebeptir?

 

Hatada ısrar etmek helak olmaya sebeptir!

 

Ak Parti teşkilatındaki beyefendiler, hanımefendiler sizlere sesleniyorum.

 

Aynı ilçe başkanı, aynı il başkanı ile kazanılacak seçim olduğuna inanıyorsanız

 

Hatada ısrar ediyorsunuz haberiniz olsun…

 

***

ANIL YETİŞKİN İLE FATİH ATAY MEĞER ORTAKMIŞ

 

Efeler Belediye Başkanı Anıl Yetişkin’i

Deşeledikçe ilginç bir karakter olarak çıkıyor!

 

Fatih Atay dönemi ile ilgili yasal bir yola müracaat etmeyen Anıl Yetişkin

Fatih Atay’la meğer aynı yollardan geçiyormuş!

 

Fatih Atay döneminde Efeler,

Baltaköy’de inşaata başlayan Güçlü Aydın Kooperatifinde

Meğerse Anıl Yetişkin de ortakmış!

 

Fatih Atay’ın ortak olduğu kooperatife, Anıl Yetişkin neden ortak olmasın?

Ne var bunda canım dediniz galiba?

 

Bir şey yok canım.

 

Projenin ruhsat sıkıntılı olduğu ortaya çıkınca

Anıl Yetişkin kooperatiften kaçmanın çaresini arar olmuş.

Yani Başkan hissesini satılığa çıkarmış!

 

Haberiniz olsun millet.

Belediye Başkanından satılık kooperatif hissesi

Baltaköy Güçlü Aydın Kooperatifinde!

 

Hadi bir de soru soralım, Sayın Yetişkin’e

Belediye Başkanı olduğunuzdan beri bu kooperatife hiç para ödediniz mi?

 

Ödediyseniz dekontları nerede?

 

Siz ne zaman kanatlandınız da böyle uçmaya başladınız acaba?

 

***

AYDIN DİŞ HEKİMLERİ ODASINDA NELER OLUYOR?

 

Son dönemlerde dikkatinizi çekiyor mu,

 

Aydın Diş Hekimleri Odasında bir huzursuzluk sözkonusu…

 

Oda yönetiminin keyfi hal hareketleri çok göze batıyor…

 

Şayet yönetimde değilseniz ya da

Yönetimle de yakınlığınız yoksa hemen bir ceza gelebiliyor kapınıza…

 

Burası muz cumhuriyeti mi sayın oda yönetimi?

 

Topladığınız aidatları nereye harcadığınızı soramayacak mı kimse size?

 

Ceza kesmekle korkuttuğunuz meslektaşlarınızdan

Topladığınız aidatları daha doğru işlerde kullansanız olmaz mı?

 

Sahi ne yapıyorsunuz bu kadar parayı

Açıklayın da bilsin üyeleriniz…

 

***

YAŞASIN CUMHURİYET!

 

Yarın Cumhuriyet Bayramı.

Değerini bilmemiz gereken bir kavram Cumhuriyet!

 

Kendimizi yönetenleri biz seçebiliyorsak,

Bu gün biz basın olarak yönetenlere soru sorabiliyorsak, eleştiri getirebiliyorsak

Tüm bunlar cumhuriyet rejimi ve demokrasi sayesindedir.

 

Basının özgür ve baskı altında olmaması için

Eksiksiz demokrasi ve hukuk devleti ilkesinin tam olarak işlemesi de olmazsa olmazdır.

 

Bu nedenle bir kez daha

Yaşasın Cumhuriyet, yaşasın Cumhuriyet!

Diyoruz ve

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Kutlu Olsun…

 

***

 

Herkese iyi haftalar…

 

 

[article id=”5281″ color=”bg-primary”][/article]

MHP’nin zehirli sarmaşığı “Devlet Bahçeli”

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin terör örgütü PKK’ya verebileceği özgürlüğün adı Devlet BAHÇELİ’dir.

“BEBEK KATİLİ” Öcalan’ı tecrit edildiği İmralı’dan TBMM kürsüsüne davet eden “DEVLET” TÜRKİYE CUMHURİYETİ Devleti değil “BİPOLAR” olduğu herkesin ortak inancı olan DEVLET BAHÇELİ’dir.

İp attın asılsın diye, şikayet ettin kapansın diye, şimdi de mikrofon uzattın tahliye olup gelip konuşsun diye. 

Bu Millet senin sözüne  nasıl güvensin ey BAHÇELİ.

Sen alemi kör, milleti salak mı sanıyorsun.!!!

DEM partinin Meclise verdiği Müebbet hapis cezası alanların 25 yıl cezaevinde yattığında tahliye edilmesine dair verdiği kanun teklifini MHP grubu olarak destek verip tahliye olunca da MHP grup toplantısına ÖCALAN’I davet edip konuşturabilirsin.

Çünkü Büyük Millet Meclisinin Kürsüsü Millete aittir.

40 yıldır Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin mücadele ettiği terör örgütü, bugün Suriye’de ABD, AB, İNGİLTERE ve İSRAİL desteği ile devlet kurmaya heveslenirken, Türk milliyetçilerini ve ülkücüleri temsil ettiğini iddia eden ‘Bilge Lider BAHÇELİ’ 
(Ermeni kökenli olduğu ispat edilen), terör örgütü lideri olarak kabul ettiği APO’dan, terörü bitirmek için yine ÖCALAN’dan medet umması üstüne bir de bu katili milletin gazi meclisine davet etmesi, samimi ve menfaatsiz Türk milliyetçileri, ülkücülere ve Türk Milletine yapılmış en büyük İHANETTİR.

40 yıldır PKK terör örgütüyle verilen mücadelede ŞEHİT ve GAZİ olmuş asker, polis ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına hangi gerekçeyle bu İHANETİ açıklayacaksın ey BAHÇELİ!

Siyasi zekan ile ülkücüleri birbirine düşürüp bölüp parçalayarak birbirine düşman ettin.

Daha sonra “Ülküsüz” ülkücüleri etrafına toplayıp kendine emir kulu yaptın.

“Analar ağlamasın” silahlar sussun deyip, Meclis kürsüsünde yaptığın konuşmayla ANADOLU’da herkesi ağlattıp büyük bir hayal kırıklığı yaşattın.

MHP’yi iktidar yapmamak için elinden gelen herşeyi yaptığın gibi, Merkez sağda birçok parti kurulmasına göz yumarak Siyasal İslamcıların iktidarda kalması için her türlü desteği verdin.

AK Parti iktidarının ülkeyi sürüklediği uçuruma dur diyemediğin gibi yapılan yolsuzluğa, adaletsizliğe, haksızlıklara da göz yumarak suç ortaklığı yaptın. 

Artık MHP’nin yakasından düşme vaktin geldi.

“ÜLKÜCÜLER TÜRK MİLLETİNİN SİGORTASIDIR”

Türkiye’de yaşayan herkesin müşterek adı TÜRK’TÜR.

TÜRK gerçeğini kabul etmeyenlerin hiç bir hakkı olamaz.

Bu ülkede tek bayrak vardır.  

Oda ay yıldızlı Türk bayrağıdır. 

Bu ülkenin resmi dili TÜRKÇE’dir.

Bayrağımızın yanında başka bir bayrak, Vatan toprağın da başka bir devlet kurulmasına asla izin verilmeyecektir.

Türk Milliyetçileri Terör örgütü ile yan yana gelmeyeceği gibi ülkenin bölünüp parçalanmasına da canları pahasına izin vermeyecektir.

Her zaman olduğu gibi taktir okuyucularındır.

[article id=”5287″ color=”bg-primary”][/article]

29 Ekim sadece konserlerden ibaret bir bayram değildir

Millet olarak laik ve demokratik Cumhuriyet’e çok şeyler borçluyuz. O nedenle Bu kutlu günde sevinmek, elde bayrak meydanları gururla doldurmak, Cumhuriyet’in değerini henüz idrak edemeyen çatlak seslere, insanlık düşmanı teröristlere verilecek en büyük cevap olacaktır.

Aydın Kurtuluş Savaşı öncesi dönemin bütün eziyet ve sıkıntılarını yaşamış bir kenttir. Yunan işgaliyle birlikte göç edenlerle 30 bin olan yaklaşık nüfus on binlere inmiştir.

Kuvayımilliye’nin temeli Albay Şefik Bey’in(Aker) Yörük Ali Efe Çetesi’ni organizesiyle Aydın/ Çine’de atılmıştır.

Dolayısıyla işgal kuvvetleriyle ilk silahlı çatışmalar da bu topraklarda başlamıştır. Eğer düşman çete savaşlarıyla oyalanmasaydı Büyük Millet Meclisi kurulmadan Ankara’ya dayanma ihtimali yüksekti.

O nedenle düşmanı oyalayan çete savaşları sonucunda kazanılan zaferin Cumhuriyetle taçlanmasında Aydın halkının ayrı bir yeri ve önemi vardır.

Ama geçen bir asırlık sürede Aydın’ın bu başarısını ebedileştirerek gelecek kuşaklara aktaracak ne ADÜ’de bir Araştırma Merkezi kuruldu ne bir belediye başkanı ne de Kültür Müdürü Kurtuluş Savaşı Müzesi açmayı aklına getirdi. Sanki Aydın’da bu başarının üzerine bir şal örtülmek istendi.

Yakın dönemde bir hemşerimiz Kültür Bakanlığı yapmasına rağmen o konuda yine de değişen bir şey olmadı.

Eğer Sabahattin Burhan olmasaydı bu millet ne Yörük Ali’yi ne Çete Ayşe’yi ne de Sökeli Cafer Efe’yi tanıyacaktı.

Kendi tarihine ve değerlerine bu ilgisizliği gören bir yabancı da sanacak ki Aydın düşmanla mücadelede üzerine düşeni yapmadığı için cezalandırılan bir şehir.

Milli bayramlarda belediye deyince tek akla gelen konser oluyor.Eğlenceler genç kesimde bir heyecan yaratıyor ancak o günün ruhuna dair bir şey kazandırmıyor.

Aynı ruhsuzluk efelik ve zeybeklik konusunda da var.. Efelik deyince akıllara hep işin folklorik yönü gelir sanırsınız ki, düğünlerde,bayramlarda gösteri yapan oyun ekibidir.

Hâlbuki oynamak, efe ve zeybeklerin en nadir yaptığı işlerdendir. Hele kadın erkek bir düğünde ya da bayramda oynayanı hiç görülmemiştir.

 Efe deyince oyun ekibi değil zengin karşısında, haklı olmak kaydıyla fakirin yanında yer alan,garibana arka çıkan, mazlumu zalime karşı koruyan mert kimse akla gelir.

Gerek o günleri yaşayan “Savaş Nesli” büyüklerimizin bize anlattıklarından gerek yazılı kaynak ve resimlerden anladığımız 10.yıl,15. yıl kutlamalarının hayli coşkulu geçmiş.

O ilk yıllardan uzaklaştıkça bir heyecan azalmasının yaşanması olağan bir hadisedir ancak daha yakın zamanlara kadar kutlamalar gençlerde o heyecanı az da olsa canlı tutuyordu.

Okullar bu bayramlara hazırlanır, görevlendirilen öğretmenler eşliğinde gösteri gruplarıyla, boru trampet takımlarıyla, şiir okuyacak çocuklarla ayrı bir atmosfer yaşanırdı.

Anne babalar çocuklarını izlemek için tören alanlarına akın ederlerdi. Halk farklı bir gün yaşardı. Geceleri spor kulüplerinin,sivil toplum örgütlerinin katılımıyla bandolar, boru trampet takımları eşliğinde fener alayları düzenlenirdi.

O törenlerde kentteki bütün kuruluşlar, çiftçiler traktörleriyle, esnaf ve zanaatkârlar alet edevatıyla, avcılar köpekleri ve tüfekleriyle, kısaca kadınlı erkekli gruplar günle ilgili döviz ve pankartlarla resmî geçide katılırlardı.

Düşman işgalinden kurtuluş günlerinde kentlisiyle, köylüsüyle halk 5 Eylül’de Nazilli’ye, 7 Eylül günü Aydın’a akın ederdi. Gurur abidesi, istiklal madalyalı gaziler protokolün başköşesinde ağırlanırlardı.

Sonuçta bizim milletimizin gözünde “Cumhuriyet”, uğruna binlerce şehit verilen bir mücadele ile kazanılmış bir değerdir. Bir medeniyet hamlesidir.

Çünkü o sayede bu millet kadın erkek eşit yurttaşlık hakkına kavuşabilmiş çağdaş kadınlara daha erken seçme ve seçilme hakkına kavuşmuştur..

Savaş devam ederken 1921 yılında Atatürk Ankara’da topladığı Maarif Kongresi’ne kendisi cepheden gelerek katılmıştır.

Cumhuriyetin en büyük projesi okullaşmadır. Günümüz okur-yazar oranı yüzde 97 ise, özellerle birlikte Türkiye’de yaklaşık 150 üniversite varsa bunu Cumhuriyet’in eğitim projesine borçluyuz.

Ülkenin en uzak yerleşim yerlerine açılan okullar sayesinde köyde, mezrada, kırsalda yaşayan ailelerin çocukları okuyabilmiş; kentte yetişen bir çocukla aynı haklara sahip olabilmişlerdir.

 O çocuklar vali, milletvekili, bakan, başbakan olmuşlardır. İçlerinden İslamköylü Süleyman Demirel(Çoban Sülü) Cumhurbaşkanlığı makamına oturabilmiştir.

Velhasıl milletçe laik ve demokratik Cumhuriyet’e çok şeyler borçluyuz. Bu kutlu günde sevinmek, coşmak; bayraklarla meydanları gururla doldurmak, Cumhuriyet’in değerini henüz idrak edemeyen çatlak seslere,insanlık düşmanı teröristlere verilecek en büyük cevap olacaktır.

[article id=”5283″ color=”bg-primary”][/article]

1968 kuşağı ziraat mühendislerinin beraberliğine hayran kaldım…

Turizm sektöründe,hizmet ettiğim grup ve toplulukların benim üzerimde bıraktığı izleri çok önemsiyorum.

Eğer bu grup; Kariyer sahibi,arkadaşlıktan öte Kardeşlik duygularına sahip ise,onlara yaptığım hizmetin zevki ve değeri çok daha farklı oluyor.

 İki yıldır, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi 1971 ve 1972 yılı mezunlarının her yıl düzenlediği toplantıların organizasyonunu yapmanın onur ve mutluluğunu yaşıyorum.

2022 yılında önce 1972 yılı mezunlarının daha sonra da 1971 yılı mezunlarının toplantılarını düzenledim Gümüldür-Özdere de ki GRAND EFE otelinde.

Bu yıl da önce 1-4 Ekim tarihlerinde 50 kişilik 1971 E.Ü.Ziraat Fakültesi mezunlarının toplantısını organize ettim Eskişehir ARUS otelde.

Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen tarafından gerçekleştirilen Rüya Kentin tüm güzelliklerini doyasıya gezerek unutulmaz anılar yaşadık hep beraber.

Grup Lideri Hasan Hüseyin Çetin’in tüm arkadaşlarının ortak görüşü olarak yaptığı açıklama şöyle:

-Gerek geçen yıl ve gerekse bu yıl sınıf arkadaşlarımızın ortak duygu ve düşüncelerine göre,toplantılarımızdan son derece mutlu ve memnun olarak ayrıldık.Bizlere bu ortamı hazırlayan YU-PA turizm acentası yetkilisi Aydın Avcı’ya tüm arkadaşlarım adına sonsuz teşekkür ederim.Önümüzde ki yıllarda yapacağımız toplantıların organizasyonunda da Aydın Bey öncelikli rehberimiz olacaktır. 

1972 MEZUNLARININ 52.YIL TOPLANTISI… 

Ziraat Mühendislerinin Meslek Başarılarının sırrı,Çiftçi,Köylü ve Üreticilerle olan samimi diyaloglardan kaynaklı olduğunu,onların içine girip,onlarla dost olduktan sonra anladım.

Bu yıl ki toplantıya 68 kişi katıldı Eşli olarak.Ebediyete intikal eden veya anlaşmazlık evlilikler yaşayan arkadaşların hanımları hiç çekinmeden adeta kardeşlerinin oluşturduğu toplantıya gelin gibi gelmişti.

16-18 Ekim tarihleri arasında aynı otelde GRAND EFE otelinde fevkalade 3 gün geçirdiler.

1972’lilerin her toplantısını Muzaffer Adıyaman isimli arkadaşları düzenlerken,bu yıl bir zamanlar gazetemizin değerli köşe yazarlarından olan sınıf arkadaşları Adnan Bilek de yardımcı oldu Muzaffer Beye.

YU-PA turizm şirketi olarak otel yönetimi ile olan parasal ve otel programları konusunda ki organizeyi yine ben Aydın Avcı olarak sağladım.

Otel ücretinin herşey dahil konseptinde günün koşullarına göre oldukça ekonomik olması, otel yönetimi ile olan yakın dostluğumun sonucuydu elbette.

Toplantının ikinci günü animatör eşliğinde müzikli Gala gecesinde eğlenmeyi gerçekten iyi bilen ve ortamı güzel değerlendiren 72’liler kardeşlik duygularını o gecede daha da pekiştirdiler.

1971’liler gibi 1972’lilerde bu yıl ki toplantı organizasyonundan son derece mutlu ve memnun ayrılarak şahsımda bana ve YU-PA turizme teşekkürlerini ayrı ayrı belirttiler.

[article id=”5273″ color=”bg-primary”][/article]

Aydın’da il kongresine giden AK Parti’nin Aydın teşkilatındaki son durum

Değerli okuyucularım ve dostlarım günaydın, hepinize sağlıklı, aydınlık ve bol kazançlı bir hafta diliyorum. Son günlerde Sn. Devlet Bahçeli’nin yaptığı açıklamalar halkımızda şok etkisi yarattı.

Bu açıklamaları şehit aileleri, gaziler, MHP ve AK Parti camiaları ve ülkücülerin nasıl karşıladığını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Yıllarca “BEBEK VE ŞEHİTLERİMİZİN KATİLİ” olarak adlandırdığımız APO, Gazi Meclisimizde, Atatürk’ün meclisinde konuşturulursa çok ilginç olaylarla karşılaşacağımız bir gerçek.

GELELİM ASIL KONUMUZA. Halk, AK Parti’nin gidişatını beğenmeyip 31 Mart yerel seçimlerinde oylarıyla bunu göstermişti. AK Parti’ye gönül vermiş, tüm sıkıntılara rağmen Sn. Recep Tayyip Erdoğan ve Partisine bağlılığını sürdüren gerek kurucular gerek yıllarını, emeklerini, paralarını veren gönül insanları hala AK Parti’de bir değişim olacağını ve her şeyin düzeltileceğini düşünüyordu. Genel Merkezin her toplantısından sonra ekranlara kilitlenip düzelmeye dair müjdeli bir haber beklemişlerdi. Ne yazık ki herhangi bir değişim olmadı, bunun için, başlayan kongre süreci bahane edildi.

“Değişim kongrelerle gelecek” dendi. Ben sürekli ilimizde kongrelere güvenilmemesi gerektiğini ve bu İl Başkanının parti içi demokrasiyi işletmeyeceğini yazdım. Basın toplantılarında kendisine “istifa et” derken gerekçelerimi ilçe başkanlıklarında yaptığı değişikliklerin AK Partilileri yansıtmaması ve “BEN YAPTIM, oldu”larla Parti Merkezini kandırması olarak sıraladım. Ancak, AK Parti İl Başkanı tarafından hakaretlerle, yalancılıkla suçlanarak, basın toplantılarında Ak Parti il binasına alınmayarak susturulmaya çalışıldım.

 

İşte o kongre dönemine girdik. Ne oldu, dediğime geldik. Bugün 17 ilçede kongreler tamamlanıyor. Tam bir tiyatro oyunu sergilendi. Hem de vatandaş kışa açlık, soğuk ve maddi sıkıntılarla girerken. Koskoca vekiller ve misafir Genel Başkan Yardımcıları güzel salonlarda, milletimizin eskiden çare diye sarıldığı AK PARTİ bayrakları ve tüyleri ürperten ve milli duyguları kabartan Ak Parti’ye has şarkılarla tam bir tiyatro oynadılar. Bu manzaralara Genel Merkezden şahit olan bir yetkili yok muydu? Hep aynı kişilerle iyi ayarlanmış bir senaryoyla çekilen bir dizi veya tiyatroda oynar gibi oynadılar. Şimdi bunlar değişim mi yapmış oldular? 

AK Parti İl Başkanı, varsa, kendi adayına rakip olanlara telefonla baskı yaptı. Bu kişilerin listelerini usulsüzce isteyerek toplumun hassas noktalarını çok iyi görmüş, insan kirletmeyi çok iyi beceren biri olarak İktidarın da gücüyle listelerde yer alanların GBT’lerine baktırmakla tehdit etti. Mafyacılık oynayan 3-5 kişilik ekibiyle “ego yapmayın” uyarılarıma rağmen seviyeyi de aşarak adaylıkları geri çektirdi. Peki, ne diye kongre yaptınız o zaman siz? 

Şu an Aydın’da AK Parti’nin geldiği nokta sıfırın altında. Bu duruma ne eski ne mevcut vekiller itiraz edebildi. Eskiler düzenlerinin bozulmasını istemedi. Mevcut vekiller ise “Ankara’daki itibarım sarsılır” düşüncesiyle elini taşın altına koymadı. Koskoca Aydın’da gerçekleri söyleyecek bir babayiğit çıkmadı sevgili okuyucularım. 

Önümüzde il kongresi var. Kimse, bu insanların yaptıklarına itiraz etmek üzere karşılarına çıkacak kadar cesur değil. Nasıl olsunlar? Maalesef bunlar, Sn. Recep Tayyip Erdoğan ve MKYK ekibine sırtlarını dayamış, yalan ve dolanlarla Aydın Valiliği bürokrasisini etkileri altına almışlar.

Okuyucularımın birçoğundan AK Parti İl Başkanlığına dair şikâyetler alıyorum. Bu adamlar iktidarda olmanın havasıyla, “taşralı köylü bilmez nasılsa” diyerek vatandaşımı susturuyorlar. Sadece onları değil AK PARTİ Aydın Vekillerini de susturuyorlar. En temiziniz gelsin demiş de kimse çıkamamış ya meydana, işte o misal. Herkes korkuyor. Korkmayanlar da tehdit edilmek istemiyor. Ama beni susturamayacaklar. 

 

Tek tek yazsam, ki ileride yazacağım, kılıfı hazırlansa da ispatlanabilir birçok yolsuzluk var. Saygıdeğer AK Partili Vekillerim, sevgili Parti Yöneticilerim, güzel halkım, bu 3-5 insan sizde tam bir yanılgı yaratmış. Ben bunların hepsini tanıyorum. Etiketleri, Partiyi kullanarak edindikleri paralar olmasa hiçbiri sizden üstün değil.

 

Yeni seçilmiş çok değerli AK Parti İlçe Başkanları da var. Sn. Başkanlar, bu biat sizin adınızı da kirletecek. 5-6 ilçe başkanı, gerçek il başkanlığı yapabilecek kalibrede. Ancak onlar ne yazık ki mevcut İl Başkanının altında, sadece kendisi ve etrafındakilerin hatalarını temizleyen birer vitrin olarak kalacaklar. Düzgün çalışanlar birkaç ay içinde isyan bayrağını açacaklar. Yetkiyi alır almaz öncekileri susturduğu gibi onları da bir kenara atacak. Sustukça, şimdiye kadar yaşananları görmezden gelen düzgün insanların sırası da gelecek. Göreceğiz hep birlikte. 

Size söylüyorum sevgili hemşerilerim ve okuyucularım, bu İl Başkanıyla Aydın’da Ak Parti bitmiştir. Son Seçimde CHP karşısında yenilen YÜZBİN FARK, Milletvekilleri, AK PARTİ VE MHP İL BAŞKANLARI İLE TEŞKİLATLARI VE AK PARTİ KADIN KOLLARI BAŞKANININ BAŞARISIZLIĞIDIR.

Bunlardan ne gidip “Recep Tayyip Erdoğan’ın Partisidir” diye bir şey isteyin ne de bir çare bekleyin. Söyledik dilimizde tüy bitti, ama anlamadılar. Ne diyelim? AK Parti’nin ekipleri ilçelerdeki görevlendirmelere bile sarhoş gidiyorlar. Bırakalım sarhoşken devrilene kadar yürüsünler. 

Ancak, Aydınlılara yapılan eziyetler, “AK Parti” diyerek ömrünü tüketmiş insanlara savrulan hakaretler ve sineye çekilen yüklerse, bu yazdıklarıma rağmen hala bu 3-5 kişinin kurduğu kirli düzene müdahale etmeyen yetkililerin üzerine vebal olarak yapışsın. Sağlıcakla kalın değerli okuyucularım.

[article id=”4680″ color=”bg-primary”][/article]

Yasal soygunun adı hazine garantisi

Son bir yıldır açılıyor, açılacak derken nihayet AYDIN-DENİZLİ OTOYOLU hizmete açıldı ve fiyat tarifesi belli oldu.
AYDIN-KOÇABAŞ  385₺
AYDIN-PAMUKKALE  340₺
AYDIN-KUMKISIK  305₺
AYDIN-SARAYKÖY  285₺
AYDIN-BUHARKENT  230₺
AYDIN-KUYUCAK  170₺
AYDIN-NAZİLLİ  125₺
AYDIN-KÖŞK  55₺

Devletin 1996 yılında yapmış olduğu Aydın-İzmir Otoyolu geçiş ücreti 40₺. Aydın’dan Çiğli’ye kadar çevre yolunu kullanarak gidebiliyorsunuz ve bu mesafe yaklaşık 200 km.

Aydın-Denizli Otoyolu, Aydın-Koçabaş arası yaklaşık 150 km ve geçiş ücreti 385₺…

Devlet, kendisi yapmayıp “YAP-İŞLET-DEVRET” modeliyle özel şirketler aracılığıyla yaptırdığı KÖPRÜ, TÜNEL ve OTOYOLLAR ile vatandaşın yasal yollardan soyulmasına izin veriyor.

Aydın-Denizli Otoyolu’nun “YAP-İŞLET-DEVRET” süresi 17 yıl ve her yıl için 9 Milyar 100 milyon Avro yıllık garanti ücret ödenecek.

Aydın-Denizli Otoyolu’nun yapım maliyeti 669 milyon avro olarak açıklandı.

17 yıllık işletme ve bakım maliyetinin ise 561 milyon avro olacağı tahmin ediliyor.

17 yıllık garanti ücreti ise 1 milyar 549 milyon avro.

Aydın-Denizli Otoyolu için devletin verdiği hazine garantisi, günlük 35 bin araç. Bu rakamın altında kalındığında “HAZİNE GARANTİSİ” devreye girip farkı ödeyecek.

Her yıl yeniden düzenlenecek olan geçiş ücretleriyle gerek bizler gerekse hazine, bu şirkete 17 yıl boyunca ödeme yapacağız.

Ülkemizde “Yap-İşlet-Devret” ile yapılan hastane, köprü, tünel ve otoyol maliyetlerinin, dünya standartlarına göre oldukça pahalı olduğu, bu konuda yapılan araştırmalarla ortaya konuyor.

Hastanelere hasta garantisi, köprü, tünel ve otoyollara verilen hazine garantilerinin bazıları döviz garantili, bazıları ise enflasyon oranına göre belirleniyor. Bu durumun unutulmaması gerekir.

Bu nedenle, ülkemizde bazı “Yap-İşlet-Devret” projeleri döviz karşılığında verilen garantilerle hazineyi büyük zarara uğrattı.

Bu yatırımların ülkemize ulaşım ve tedavi anlamında büyük kolaylıklar sağladığı bir gerçek.

Diğer bir gerçek ise, özel firmaların hazine garantisiyle alınan yurt dışı kredileriyle yapılan projelerin, devletin kendi imkanlarıyla çok daha fazlasının yapılabileceğine dair iddiaların varlığı Yap işlet devret projeleri üzerinde ki şüpheleri ortadan kaldırılmadığı ortada. 

Her zaman olduğu gibi taktir okuyucularındır.

[article id=”5285″ color=”bg-primary”][/article]

Efeler’de o şirket nasıl bu kadar hızlı ruhsat alabiliyor?

 

Geçtiğimiz hafta Aydın-Denizli otoyolu hizmete açıldı.

Bu açılış için sadece Ulaştırma Bakanı, Aydın’a geldi.

 

Açılışta cafcaflı tören, kutlama ve şatafattan eser yoktu.

 

Ak Parti yapmış olduğu bu tip projelerde daha gösterişli açılışlar yaparken

Aydın-Denizli otoyolu bu gösterişten nasibini alamadı.

 

Ama her zamanki gibi partililerin bakanla ya da otoyol tabelası önünde

Fotoğraf çektirme yarışı vardı.

 

Açılış töreni sade yapılırken belirtmek lazım ki;

Yol medeniyettir.

 

Bu yol sayesinde Aydın-Denizli arası kısalacak.

 

Eski yoldaki trafik lambası eziyetine katlanmak zorunda kalmayacağız.

 

Fakat yol ücreti çok pahalı!

 

Bu tip yollar yap – işlet – devret modeli ile yapılıyor diye,

Yoldan geçen vatandaşa bu kadar yüksek ücretler yansıtmak

Yetmedi aradaki farkı Maliye Hazinesinden ödemek ne derece akılcı!

 

Bu tip mega projeler daha ekonomik halledilemez mi?

 

Dünya’da bu tip projeler bu kadar pahalıya mı mal oluyor?

 

Sormak, bakmak, araştırmak lazım…

 

***

EFELER’DE O ŞİRKET NASIL BU KADAR HIZLI RUHSAT ALABİLİYOR?

 

Efeler Belediye Başkanı Anıl Yetişkin

Kendisi gibi daha önce siyasetle alakası olmayan

Birçok ismi meclis üyesi yapmıştı…

Bunların içinde öyle bir isim var ki İsviçre çakısı mübarek!

 

İmar komisyonunda,

Hukuk komisyonunda ve

Encümendeki meclis üyesi

Hakan Apaydın’dan bahsediyoruz.

 

Belediyedeki ardı arkası kesilmeyen

Rüşvet krizlerine nikah kıyarak cevap veren

Başkan Yetişkin’in güvendiği, özel yetkilerle donattığı

Meclis üyesi Hakan Apaydın

Bir AVM ve inşaat şirketinin avukatlığını da yapmakta.

 

Bu şirket, seçim zamanı

MHP adayı Burak Pehlivan’a desteğini

Mağazalarına ve inşaatlarına metrelerce

Burak Pehlivan posterleri asacak kadar fanatik davranmıştı.

 

Şimdi ne var bunda diyebilirsiniz…

 

O zaman hemen anlatalım…

 

Efeler’de ruhsat alma sırasında bekleyen müteahhitlere

Bir yılı aşkın bekleme süresi verilirken,

CHP’li meclis üyesi Av. Hakan Apaydın’ın müvekkili olan

Bu şirketin tüm işleri jet hızıyla çözülüyor,

Yol çekmeleri, ruhsatları ve bilimum işleri

Hızlıca hallediliyor iyi mi?

 

Parti içerisinde deniyor ki,

Siyasetten uzak ranta yakın bu isimlerin

Partinin içinde bunca hukukçu varken

meclis üyesi yapılmasının nedeni belli olmaya başladı.

 

Anıl Yetişkin’in ifadesine göre Hakan Apaydın,

CHP’li acemi vekil Evrim Karakoz’un

kontenjanından meclis üyesi yapılmış bunu da hatırlatalım…

 

Bu arada, aynı şirket Fatih Atay döneminde de

İyi Partili meclis üyesi Turgay Akgüller sayesinde

Belediye imar işlerinde az top koşturmamıştı…

 

Haberiniz olsun!

 

*

 

Efeler Belediyesi’nden bahsetmişken devam edelim…

 

Geçtiğimiz hafta

Aydın Barosu seçimlerinde iki gün vakit geçiren

Efeler Belediye Başkanı Anıl Yetişkin’e

“Senin bu şehirde başka işin yok mu?” diye sormuştuk.

 

Zira şehir çöp içinde, pislikten geçilmiyor!

Efeler Belediyesi çalışanları maaşlarını alamıyorlar.

Efeler Belediyesi İmar Müdürlüğü yine kitlenmiş!

Rüşvet, irtikap iddiaları her yerde konuşuluyor.

 

Altı ay içerisinde perişan bir yönetim sergileyen,

Meğer Anıl Yetişkin’in başka işi yokmuş.

 

Baro seçimlerine müdahil olmuş!

Evet yanlış okumadınız, baro seçimine çaktırmadan el atmışlar…

 

Bir hafta boyunca Söke adayı avukatın kazanması için çalışılmış!

 

Efeler ilçesinin şehremini (güvenilir insanı) olan belediye başkanı,

Efeler’den üç aday varken Söke adayı için çalışmış.

 

Nerede kaldı sizin Efeler Belediye Başkanlığınız diye sormayalım mı şimdi size?

 

Bu kafaya ulaşmak için ne içiyorsunuz siz?

 

***

 

DAHA NELER GÖRECEĞİZ BAKALIM!

 

Geçtiğimiz hafta Yenidoğan Çetesi diye bir şebeke gündeme geldi.

 

Yenidoğan bebekleri, hastanelerde tedavi etmeyerek, ölümlerine neden olan

Ve hastane masraflarını da SGK’dan tahsil eden bir çete!

 

Çetede doktor, avukat, bürokrat, hastane sahipleri ne ararsan var!

 

Okudukça, duydukça insanın kanı donuyor!

 

Biz ne ara bu hale geldik demeden geçemiyor insan.

 

***

 

CHP İL BAŞKANI VE DAMADI…

CHP’nin Aydın İl Başkanı Hikmet Saatçi

Aydın Büyükşehir Belediyesi Fen İşleri Başkanı

Ufuk Serdar Özmen’i damat aldıktan sonra çok değişti.

 

Saatçi kim ne derse onu yapıyor, kimseye hayır demiyor.

 

Bu şekilde devam eder ve il başkanlığına veda ederse şaşırmayın…

 

Bir ara Süha Bayırlı’nın ismi

il başkanlığında geçince saldırılar başlamıştı.

 

Malum Vasıf Süha Bayırlı, Efeler CHP ilçe başkanlığını yürütüyor,

Sendika başkanlığında en zor görevlerin altından kalktı geldi bu günlere…

 

Hikmet Bey, il başkanlığını istemiyorsa

Hareketleriyle değil, sözleri ile bunu dile getirse

Daha şık olur…

 

Bu arada Saatçi’nin Damadı Ufuk ise başka bir havada.

 

Memuriyet hayatına bar patronluğu ile devam etmeye karar vermiş.

 

İddiaya göre, Büyükşehirden bir isteği olmuş yerine gelmeyince küsmüş.

 

Gecenin ilerleyen saatlerinde alkol oranı artınca

Dağarcığında bulunan bilgiler birden dökülüveriyormuş…

 

Hadi kendisini geçtik,

Kayınpederi hala CHP’nin Aydın il Başkanı…

 

Biz mi hatırlatalım her defasında?

 

***

GENÇLERE BÖYLE Mİ DEĞER VERİYORSUNUZ?

 

Son olarak CHP Aydın İl Gençlik Kollarının yeni başkanı belli oldu.

 

Sosyal Kılıç’a başarılar dilerken dikkatimizi çeken bir detayı da paylaşmak isteriz.

 

Partisinin İl Gençlik Kolları kongresine katılmayan

CHP’nin dört milletvekili o gün neredeydi?

 

Desteklemediğiniz ya da beğenmediğiniz bir genç

İl başkanı seçilecek diye

Kongre heyecanına ortak olmamanız doğru mu?

 

Seçimlerde en çok desteği aldığınız gençlerle

Aynı salonda olmamak ne kadar doğru?

 

Özgür Bey duysa ne der acaba size?

 

İktidarı hedefleyen CHP’de gençlere

Verdiğiniz değer bu mu Allah aşkına?

 

 

***

 

 

Herkese iyi haftalar!

 

[article id=”5275″ color=”bg-primary”][/article]

Bağırmayan anne baba olmak ve çocuklara sağlıklı sınır koyma

“Oğlum yeter artık bir kerede tek seferde dinle sözümü.”

“Annecim lütfen ye bak yemezsen büyüyemezsin.”

“Madem odanı toplamıyorsun bende senin annen/baban olmam Ayşe’nin annesi/babası olurum.”

“Hadi artık giy şu ayakkabıları geç kalıyoruz. Senin yüzünden işimden olacağım.”

“Kızım kapat televizyonu hadi gel ödevini yapalım artık. Bak arkadaşlarından geri kalacaksın.”

“Aptal çocuk. (Yüksek ses)  Kaç kere uyardım seni. Çabuk odana. Sana patronun kim olduğunu göstereceğim.”

Sevgili okurlar, değerli anne babalar örnek verdiğim durumlar tanıdık geldi mi? Belki defalarca benzer şeyleri yaşamış olabilirsiniz. Eğer öyleyse doğru yazıdasınız diyebilirim. Ebeveyn olmak, bir çocuğu büyütmek harika bir duygu olsa da hiç kolay bir süreç değildir emek ve zaman ister. Her çocuk özel olduğu için çocuk yetiştirmeye yönelik bir reçete de yoktur. Ancak sürekli uyguladığımız ama sonuç alamadığımız durumlar oluştuysa buralarda destek almanın zamanı gelmiş demektir.

Çocukları yetiştirirken anne babaların en zorlandığı konulardan biri de sınırlar konusu. Aslında bu konuda doğru bilgi sahibi olmak sadece çocuklar için değil diğer yetişkinlerle ilişkimizde de sınırlarımızı korumamıza yardımcı olabilir. Öncelikle şunu söylemeliyim ki yüksek sesle ve çoğunlukla biten bir tahammül ve ikna çabasıyla yukarıdaki gibi kurulan cümleler oldukça işlevsizdir. Belki anlık çözüm sunsa da güç savaşları başlatmaktan, ebeveyni daha çok yormaktan ve ebeveyn çocuk ilişkisine zarar vermekten başka bir işe yaramaz. Peki o zaman sınır koymak ne demek ve neden gerekli gelin buradan başlayalım.

Sınır Koymak Ne Demektir ve Neden gereklidir?

“Sınır koymak, sonsuz uyaranın olduğu dünyada çocuğa güvenli hareket alanı sunacak bir çerçeve çizmektir.” Çocuğa ebeveyn tarafından belirlenmiş bu alan içinde hareket özgürlüğü vermektir. Fiziksel güvenlikle ilgili sınırlar, sağlıkla ilgili sınırlar, olumsuz duygularla ilgili sınırlar temel sınırlara örnek verilebilir. Net, tutarlı, sağlıklı sınırlar koyan ebeveynlerle büyüyen çocuklar kendilerini güvende hissederler. Çocuğun sonsuz özgürlük ve sınır bilinci olmadan büyümesi dış dünyaya açıldıklarında reddedilmelerine, zorlanmalarına neden olur. Sınırlar içinde özgürlüğü şu şekilde düşünebilirsiniz: Ehliyetiniz varsa arabanızla istediğiniz yere gidebilirsiniz ancak bu yolculuk belirli kurallar dahilinde olmak zorundadır eğer bu kurallara uymazsanız ehliyeti kaybetme gibi sonuçlara katlanmanız gerekir.

Nasıl sınır çizeceğimize geçmeden önce bunun mekanik bir süreç olmaması gerektiğine de vurgu yapmalıyım. Yani ebeveyn eğer çocuğunun gelişim dönemi özelliklerini bilmeden doğrudan bir makale ya da tek bir kitaptaki bilgilerle hareket ederse işler daha da karışabilir. Örneğin 4 yaşından önce çocuklar kuralları anlamada oldukça zorlanırlar özellikle ilk 3 yaşta mümkün olduğunca ortamı çocuğa göre ayarlamak ve çocuğa keşfedebileceği bir alan bırakmak önemlidir. Ve yine bilinmesi gereken bir diğer konu sınırların dinamik bir süreç olduğudur çocuğun ilerleyen yaşıyla birlikte çocuk mevcut sınırlara uyabiliyorsa daha fazla sorumluluk ve özgürlük alanı sağlayacak şekilde düzenlemeler yapabilir.

Sınır Çizerken Nelere Dikkat Etmeliyiz?

Sınır koymak aynı zamanda çocuğa bir davranış kazandırmak anlamına gelir ve çocuğumuzun bu davranışı içselleştirmesi, neyi neden istediğimizi anlaması önemlidir. Yani çocuktan erken saatte yatağa gitmesini isterken asıl amacımız bize itaat etmesi değil, uykusunu almasının önemidir. Ya da tek çikolata alabileceğini söylerken asıl amacımız sağlığını korumaktır. O halde dikkat edeceğimiz ilk şey tüm sınırları bir değerler eksenine oturtmaktır. Yani o kriz anları gelmeden önce; sağlıklı, sakin ve çocuğun öğrenmeye açık olduğu zamanlarda bizim uykunun önemini, ödevlerin neden verildiğini, sağlıklı beslenmeyi konuşuyor olmamız önemlidir.

Diğer önemli konu ise sınırlar konusundaki kararlılık ve tutarlılıktır. Bunu ikiye ayırabiliriz. Birincisi anne babanın sınırlar konusunda ki ortak tutumu ve tutarlığı ikincisi ise söylemlerle davranışlar arasındaki tutarlılıktır. Çocuklar doğaları gereği sınırları ne kadar zorlayabileceğini merak eder ve mümkün olduğunca zorlarlar. Bu noktada anne babanın aynı tutumda olması birbirini destekler. Örneğin; bir ebeveyn “Tablet süren bitti yarın tekrar oynayabilirsin.” derken diğerinin “Bırak canım sıkma çocuğu.” demesi çocuk için “Aslında tablet o kadar da zararlı değil ve daha fazla oynamanda bir sorun yok.” anlamına gelir.  Yine “Hafta sonu odanı toplamadan parka inemezsin” kuralı olan bir ebeveynin bunu esnetip “Tamam gelince topla.” demesi çocuğun bu sınırı kendine göre ayarlayabileceğini, bahane bulabildiği sürece kaçabileceğini gösterir. Anne babanın keyifleri yerindeyken esnek davranıp, yorgunken sınır çizmeye çalışması yine çocukların kurallara uymamasının en önemli nedenlerindendir.

Sınır koyarken bağırmadan, azarlamadan kararlı ve net bir ses tonu kullanmak oldukça önemlidir. “Oğlum/kızım lütfen, yalvarırım..” gibi ifadeler ebeveyni zayıf gösterir ve olumlu sonuç vermez. Yine bağırmak, azarlamak gibi davranışlarda çocuğun korkuyla davranışı sonlandırmasına neden olsa bile, ilişkiye zarar verir, güç savaşına ve isyana neden olur. Özellikle ergenlik döneminde sürekli çatışmalara neden olurken istenilen davranış yine öğrenilmemiş olur.

Anne babanın söylediği şeyleri kendi hayatında uyguluyor olması yani doğru model olması önemlidir. Örneğin, “öfkelenebilirsin ama kardeşine bağırarak ya da vurarak bunu ifade edemezsin.” diyen ebeveyn, çocuğuna kriz anlarında yüksek ses, azarlama, hakaret hatta bazen dayak ile yaklaşıyorsa çocuk yalnızca gördüğünü öğrenir.

Sınırlara Uyulmadığında Ne Yapılmalı?

Çocuk sınırlara uymadığında genel olarak 3 seçeneğiniz vardır. Eğer ilk seçenek olan ceza (azarlama, bağırma, fiziksel şiddet, tehdit) ile yaklaşırsanız çocuk doğru davranışı öğrenemeyeceği gibi isyana, güç savaşına, ilişkinin bozulmasına zemin hazırlarsınız. Ek olarak çocuğunuz da öfkelendiğinde aynı sizin gibi davranır!

İkinci seçenek olan yumuşak yaklaşımda esnemek, ikna çabasına girmek, pazarlık yapmak yine çocuğa sorumluluk bilincini kazandırmaz. En iyi ihtimalle tamam deyip bildiğini okuyan çocuklar yetişir. Şöyle düşünelim bunu, hırsızlık yapmak suçtur ve bunu yaparsanız hapse girebilirsiniz. Peki polis kuyumcuyu soyan birini yakalayıp “bakın bu yaptığınız çok yanlış bir daha yapmayacağınıza söz verirseniz sizi bırakıyorum” dese o kişi için caydırıcı bir durum olur mu? Yoksa o kişi kuralın esneyebildiğini gördüğü için davranışı sıklaştırır mı?

O zaman ilk iki seçenek yerine demokratik bir yaklaşımla çocuğun davranışının mantıksal ve doğal sonuçlarıyla yüzleşmesine izin vermek yeterlidir. Bunu yaparken azarlamaya, bağırmaya, fiziksel şiddet uygulamaya gerek yoktur. Doğal sonuçlar davranışın kendiliğinden gelişen sonuçlarıdır. Oyuncağıyla güzel bir şekilde oynamayıp attığında oyuncağı kırılan çocuğa kızmak yerine hemen yenisini almamanız yeterlidir. Ya da ödevlerini yapmayan çocuk siz onun adına ödevini yapmadığınızda belki tenefüste ödev yapacağı belki de notları düşeceği için davranışın doğal sonuçlarıyla yüzleşecek ve harekete geçmek durumunda kalacaktır. Mantıksal sonuçlar ise ebeveynin belirlediği durumlardır.

-Televizyonun sesini kısar mısın annen ve ben birbirimizi duyamıyoruz.

-Hayır kısmayacağım.

-Eğer kısmazsan televizyonu kapatmam gerekecek… gibi bir diyalog yeterlidir.

Sınırlar Sonrasında Gelen Öfke Nöbetleri ve Ağlama Krizleri

Sınırlar konusunda unutmamamız gereken şey, amacımızın çocuğun itaat etmesi olmadığıdır. Başta da söylediğim gibi çocuklar sınırları test eder ve ne kadar ileri gidebileceklerini görmek için zorlarlar bu çok normaldir. Ve yine çocuk doğası gereği sınırlarla ve engelle karşılaştığında ağlama krizleri ve öfke nöbetleri yaşayabilir başlangıçta bu da normaldir. Özellikle de ilk 7 yıl çocuk beyni kendini sakinleştirme özelliğine sahip değildir (henüz bu konuda gerekli beyin bölgesi olan prefrontal bölge de gelişmemiştir) ve engelle karşılaştığında, kriz anlarında çocukların ilkel beyni devreye girer. Bu kriz anlarında çocuğu azarlamak, sus ağlama demek yerine sakince yanında kalıp buradayım mesajı vermek önemlidir. Ancak bu sakin kalış onun istediğinin olacağı anlamına gelmemektedir. Çocuğumuzla bağlantıda kalarak sakinleşmesini bekleyip tekrar iletişime açık olduğu  sakin zamanda durumu konuşmak yapabileceğimiz en sağlıklı şeydir.

O halde çocuklarımızı yetiştirirken rehberimiz koşulsuz sevgi ve şefkatli sınırlar olmalı diyebiliriz.

Sağlıkla Kalın, İyi haftalar

[article id=”5253″ color=”bg-primary”][/article]