Doğum tarihi 1880 mi yoksa 1881 mi? Bununla başlayalım. Yılı 1881 olduğu konusunda mutabık kalındı. Ancak ay ve günü tam belli değil. 1936 yılında İngiltere Kralının doğum gününü kutlamak için İngiltere Dışişleri Bakanlığının, Bakanlığımıza başvurması üzerine Atatürk’e sorulur. O da “annesinden bir bahar günü doğduğunu öğrendiğini” hatırlatarak, “Bu bir 19 Mayıs günü niçin olmasın.” der. İngiltere’ye de böyle bildirilir. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.28, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2010, s.333.)
ANNESİ ZENGİN KADINDIR
İlkokullarda öğrendiğimiz, onun çocukken dayısının çiftliğinde karga kovaladığıdır. Bununla kafalarda sanki babası Ali Rıza Efendi’nin erken ölümünden sonra ailesinin sıkıntı çektiği ve fakir olduğu akla gelir. Onun öyle olmadığını 1932 yılında Amstrong’un meşhur “Bozkurt” kitabındaki yanlışlara verdiği cevapta vardır. Çiftlikte karga kovalama yaz tatilindedir. Annesi de bayağı mal varlığına sahiptir. Selanik’te oturdukları ev dışında daha 5 evleri vardır ve bunun kirası gelirlerine eklenir…
Atatürk’ün, hayatına ilişkin kitabın yazarına verdiği cevaplarda ilginç bilgiler var: “Bir kere, Mustafa Kemal’in babası bir askeri kumandanın oğlu olan Ali Rıza idi. İlk gençlik hayatında o zamanki Yunan sınırına yakın, sahilde müstakil bir rüsumat müdürü idi. Ondan sonra memuriyetini terk ederek kereste ticareti yapmıştır. Kendisinin ormanları vardı ve Selanik’te birçok kereste mağazalarına sahipti.
Mustafa Kemal’in anası Zübeyde ise, Selanikli, Selanik yakınında Langaza denilen yerde çiftlik sahibi zengin bir ailenin kızı idi.
Mustafa Kemal’in doğduğu ev, yazarın iddiasının aksine, Selanik’in en şerefli yerinde, büyük bahçeli, sanayi mektebinin karşısında ve Selanik’in en geniş caddesinin üzerinde idi. (Islahhane Caddesi.) Bu evi Ali Rıza yeni yaptırmıştı. Bundan başka dördü bu ev civarında ve biri de ‘Ahmet Subaşı’ denilen mahallede olmak üzere daha beş tane evleri vardı.
Mustafa Kemal’in anası Zübeyde, İngiliz yazarın dediği gibi köylü değildi. Selanik’in eski ailelerinden birine mensuptu. Güney Arnavutluk’la hiçbir alakası yoktu. Bütün Selanik’te asaleti ile, fazileti ile bilhassa zekâ ve akıllılığı ile şöhret bulmuş bir kadındı.” (ATABE, c.28, Kaynak Yayınları, s.64-65.)
Anne Zübeyde Hanım, büyük zaferi gördü. 14 Ocak 1923 günü İzmir’de vefat etti.
ÜVEY BABAYI İSTEMEDİ
Ali Rıza Efendi hastalıktan ölünce Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım Teselyalı/ Moralı Ragıp Hayri Bey ile evlenir. Atatürk bu yıllarda ortaokul öğrencisidir. O, önce üvey babayı kıskanır, tepki gösterir. Evi terk edip halasına gider. Evlilik gecikir. Daha sonra ise çok sever. Bunu da okul arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’a şöyle anlatır: “Bana karşı hep çok saygılı davranmış, büyük adam muameleleri etmiştir. Nazik ve kibar bir insandır.”
Zübeyde Hanım, Cihan Harbi yılları içinde, Ragıp Bey’den ayrılır ve İstanbul’a gelerek Beşiktaş’a yerleşir. Hayatında acı ve endişeli yıllar bundan sonra da devam eder. Oğlu hakkındaki idam fetvasından sonra uzun süre aracılar vasıtasıyla haberleşir. Bu sırada kısmi felç geçirir. 1922 Haziran’ında Ankara’ya gider. Zaferden sonra sağlığı Ankara’nın sert iklimine uymadığı için 18 Aralık 1922’de İzmir’e gider. 14 Ocak 1923 tarihinde de 66 yaşında iken İzmir’de gözlerini hayata yumar. Atatürk mezarın sade olmasını ve başına bir taş dikilmesini ister. Kendisi yurt gezisindedir. Annesinin mezarı başında yaptığı konuşmada ise baskı ve zulüm nedeniyle annesinin vefat ettiğini belirtir.
Komşu kızı Emine
İLK AŞKI
Söz Selanik’ten açılmışken, Mustafa Kemal’in ilk aşkı da buralıdır. Ona olan sevgisini unutmaz, sık sık “Eminem” şarkısıyla canlı tutar. Komşu kızı Küçük Emine’yi 1964 yılında gazeteci Yılmaz Çetiner İstanbul’da 77 yaşında iken bulur ve konuşur. Selânik Merkez Kumandanı Şevki Paşa’nın kızı olan Emine Hanım, 12 yaşına geldiğinde Mustafa Kemal Harp Mektebine İstanbul’a gider. Sık görüşmeler ve heyecanlı bekleyişler biter. Giderken birbirlerini unutmayacaklarına dair sözleşirler. Ancak bu zamanla ve olaylarla gerçekleşmez. Ama Emine Hanım’ın aşkı da sönmez. Ölünceye kadar kalbinde yaşatır. Emine Hanım “Ben Gaziyi ‘benimle evlenir’ diye sevmedim. Bu bir hayaldi. O benim için erişilmez bir varlıktı. Karşılıksız bir aşktı.” der.
Atatürk’ün Emine’ye ilişkin duygularını ise 45 yıllık arkadaşı Asaf İlbay şöyle anlatır: “Mustafa Kemal, hayatında sadece bir defa bir kadın sevmiştir, bu sevgi de onun ilk aşkıydı. Her şeyden önce aşkını meşru şekle sokmak için çırpınan genç kız ise, bu ilk aşkından sonra hiç evlenmedi.”
Diyarbakır’da yolda gördüğü kimsesiz Abdurrahim Tuncak. Okuttu elektrik mühendisi yaptı.
MANEVİ EVLATLARI
Malum Atatürk, Büyük Zaferden sonra geldiği İzmir’de tütün tüccarının Muammer Uşakizade’nin kızı Latife Hanım ile 1923 yılında evlendi. Şiddetli geçimsizlikten dolayı da 1925 yılında boşandı. Latife Hanım da bir daha evlenmedi. Tabi Gazi Paşa da…
Atatürk’ün bu evlilikten çocuğu olmadı. Ama onun çok sayıda manevi evladı oldu. Bunlar: Elektrik Mühendisi Abdurrahim Tuncak, Prof. Dr. Afet İnan, ilk kadın pilot Sabiha Gökçen, okumaya gittiği Londra’da 1935 yılında tren kazasında ölen Zehra, Nebile, Rukiye, Ülkü ve Tankçı Binbaşı Sığırtmaç Mustafa Demir…
Hepsi de yurt geziler sırasında tanıştığı yoksul halk çocuklarıydı. Onları Çankaya Köşkü’ne aldı ve okuttu. Hayatları değişti. Topluma örnek oldular… Atatürk’ü örnek alan arkadaşları da onun gibi o yıllarda yoksul halk çocuklarına sahip çıktılar. Bunlardan birisi de İktisat Bakanı ve daha sonra Başbakan ve Cumhurbaşkanı olan Celal Bayar’dı. O da Ödemiş’te Kurtuluş Savaşının başında Yunan ordusuna karşı savaşırken şehit olan arkadaşı Gökçen Efe’nin çocuklarına sahip çıktı. Onları okuttu. İyi ve kötü günlerinde yanlarında oldu.
MAL DÜŞKÜNLÜĞÜ YOK
O dönemin zor şartlarında yıkılan İmparatorluktan milli devlet kuran Atatürk, mala mülke düşkün olmamasıyla bizlere önemli bir miras bıraktı. Ahlâk ve vefa! Atatürk’ün maaşından başka mal varlığı Büyük Zaferden sonra halkının ona bağışladığı çiftlik, bahçe, köşk ve evlerdi. Bunları da 1937 yılında ölümüne yakın Hazine’ye bağışladı. Buna ilişkin olarak Trabzon’dan 11 Haziran 1937 günü yayınladığı beyannamede şu tarihi sözleri sarf etti: “Mal ve mülk bana ağırlık veriyor. Bunları milletime vermekte ferahlık duyuyorum. İnsanın serveti kendi manevi şahsiyetinde olmalıdır. Ben büyük millete daha neler vermek istiyorum. Ben, icap ettiği zaman, en büyük hediyem olmak üzere, Türk milletine canımı vereceğim.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.29, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2011, s.262.)
Şunu da hatırlatalım, ölümünden sonra kız kardeşi Mukbule Hanım’a yasal saklı miras hakkı kalmasın diye TBMM’de özel yasa çıkardı ve o hakkı verdirmedi. Ona ve manevi kızlarına ise gelirinden maaş bağlanmasını istedi.
Devlet adamlarının da mala mülke tamah etmemelerini istedi. “Onların en büyük zenginlikleri içinde bulundukları makamdır.” sözü anlamlı…
Gazi Hazretlerinin mal bağışlamasını örnek alan TBMM Başkanı Mustafa Abdülhalik Renda da “Devletten geldi, devlete gitsin” diyerek mallarını Hazine’ye bağışladı.
İzmir’de Latife Hanım ile evlendi. 2 yıl sonra ayrıldılar. İkisi de bir daha evlenmedi.
ÇOK OKUYAN ADAM
Büyük Devrimcinin hususiyetleri anlatmakla bitmez. Onun bir kere gençlik yıllarından itibaren her şart ve ortamda çok kitap okuduğunu, çağını ve günlük olayları anlamak için çaba harcadığını ayrıca günlük notlar tuttuğunu söylemeliyiz. 1903 yılında not defterine “Evvela sosyalist olmalı maddeyi tanımalı.” dediğini aktaralım. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 1, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1998, s.15.)
Hayatı boyunca bilime ve bilimsel düşünceye önem verdi. Rehberi akıl ve bilimdi. Türkiye Cumhuriyeti’ni de bu esaslarla inşa etti. Bize en büyük mirası da bu oldu.
22 Eylül 1924 günü Samsun’da öğretmenlere söyledikleri anlamlı: “Hayat için, muvaffakiyetler için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde yol gösterici aramak gaflettir, cehalettir, sapkınlıktır.” (ATABE, c.17, s.44.)
Devlet adamlarının da böyle olmasını istedi.
BÜYÜK HAYALLERİ VARDI
Onun hayatta büyük hayalleri vardı. Onu da gerçekleştirdi. Alçak gönüllüydü. Milletinin hizmetkârı… Bunu da şöyle açıklar: “Ben Türk milletinin hayallerini gerçekleştirdim.”
12 Ocak 1914 tarihinde arkadaşı Madam Corinne’e yazdığı mektup çok şeyi anlatır: “Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri; fakat bu ihtiraslar, yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddi emellerin tatminiyle ilgili değil. Ben bu ihtirasların gerçekleşmesini vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da liyakatle yapılmış bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın prensibi bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu muhafaza etmekten geri kalmayacağım.” (ATABE, C.1, s.179.)