“Arz etmek istiyorum ki, hükümet teşkili hakkında teklifte bulunmadan evvel, hissiyat ve anlayışları göz önünde bulundurmak zarureti vardı. Bu zarurete tabi olmakla beraber, maksadı saklı bulunduran teklifimi bir önerge halinde takdim ettim. Kısa bir münakaşa ile ve bazı itirazlara rağmen kabul olundu.
Bu önergeyi bugün gözden geçirecek olursak, orada esaslı umdelerin tespit ve ifade edilmiş olduğunu görürüz. Bu umdeleri, müsaade buyurursanız, burada belirterek sayacağım:
1) Hükümet teşkili zaruridir.
2) Geçici kaydıyla bir hükümet reisi tanımak veya bir padişah vekili ortaya çıkarmak caiz görülemez.
3) Meclis’te yoğunlaşan milli iradeyi, bilfiil vatanın mukadderatına el koymuş tanımak esas umdedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üstünde bir kuvvet mevcut değildir.
4) Türkiye Büyük Millet Meclisi kanun yapma ve icra salahiyetlerini kendinde toplamıştır.
Meclis’ten seçilecek ve vekil kılınacak bir heyet hükümet işlerine bakar.
Meclis reisi, bu heyetin de reisidir.
Not: Padişah ve Halife, baskı ve zorlamadan kurtulduğu zaman, Meclis’in düzenleyeceği kanuni esaslar dairesinde vaziyetini alır. Efendiler, bu esaslara dayalı olan bir hükümetin mahiyeti kolaylıkla anlaşılabilir. Böyle bir hükümet, milli hâkimiyet esasına dayalı halk hükümetidir; cumhuriyettir.
Böyle bir hükümetin teşekkülünde esas, kuvvetler birliği teorisidir. Zaman geçtikçe bu esasların kapsadığı manalar anlaşılmaya başladı. İşte o zaman münakaşalar ve vakalar birbirini takip etti.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, Nutuk-II, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2012. s.26.)
CUMHURİYET İLANI ÖNCESİ
Gazi Paşa Cumhuriyetin ilanı aşamasını ise şöyle anlatır:
“Efendiler, Meclis’çe cumhuriyet kararı 29/30 Ekim 1923 gecesi saat 8.30’da verildi. On beş dakika sonra, yani 8.45’te reisicumhur seçildi. Keyfiyet aynı gece bütün memlekete tebliğ ve her tarafta gece yarısından sonra yüz bir pare top atılarak ilan olundu. İlk kabinenin İsmet Paşa tarafından teşkil edildiği ve Meclis Riyasetine Fethi Bey’in seçildiği malumdur.” (Age, s.301-302.)
Gazi Paşa, Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine kürsüye çıkar ve teşekkür konuşması yapar. Sözlerini şöyle bitirir: “Türkiye Devleti’nin, zaten cihanca malum olan, malum olması lazım gelen mahiyeti, milletlerarası bilinen unvanıyla yâd edildi. (…)
Son senelerde milletimizin fiilen gösterdiği kabiliyet, eğilim, idrak, kendi hakkında kötü zanda bulunanların ne kadar gafil ve ne kadar incelemeden uzak, görünüşe aldanan insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. Milletimiz sahip olduğu vasıflarını ve liyakatini, hükümetinin yeni ismiyle medeniyet cihanına daha çok kolaylıkla göstermeye muvaffak olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, cihanda işgal ettiği mevkiye layık olduğunu eserleriyle ispat edecektir. (…)
Arkadaşlar, bu yüce müesseseyi vücuda getiren Türk milletinin son dört sene zarfında kazandığı zafer, bundan sonra da birkaç misli olmak üzere tecellilerini gösterecektir. (…)
Milletin teveccühünü daima dayanak noktası kabul ederek hep beraber ileriye gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır.” (Age, s.301.)
MUHALEFETE ELEŞTİRİ
Atatürk, Cumhuriyetin ilanından rahatsız olan muhalifleri ise şöyle eleştirir:
“Efendiler, cumhuriyetin ilanı bütün milletçe sevinç sebebi oldu. Her tarafta parlak gösteriler ile sevinç açığa vuruldu. Yalnız İstanbul’da iki üç gazete ve yalnız İstanbul’da toplanan bazı zevat, milletin genel ve samimi olan sevincine iştirakte tereddüt etti, endişeye düştü, cumhuriyet ilanına önayak olanları eleştirmeye başladı. İşaret ettiğim gazetelerin ve zevatın cumhuriyet ilanını nasıl karşıladıklarını hatırlamak için, o günlerdeki neşriyatı sadece gözden geçirmek kâfidir.
Mesela “Yaşasın Cumhuriyet” başlığı altındaki yazılar bile cumhuriyetin ilan ve tespit tarzının garip olduğunu, bunda “sıkboğaza getirilmiş gibi bir hal” bulunduğunu ilan ediyordu. Bu yazıların sahibi şu fikirleri ileri sürüyordu: “… şöyle olacağı, böyle olacağı söylenip dururken, diğer taraftan birdenbire, birkaç saat içinde Kanunu Esasi değişikliği yapılıvermesi, en yumuşak tabir ile gayri tabii bir harekettir.”
Bizim hareket tarzımız “medeniyet dünyasını anlamış, okumuş, etraflıca incelemiş, devlet idaresine ehil olmuş zihinlerden çıkacak muhakeme eseri” değilmiş…
Cumhuriyetin ilanını Meclis’in alkışlarla kabul etmesi, milletin toplarla kutlaması eleştiriliyor; deniyordu ki: “Cumhuriyet alkış ile, dua ile, şenlik ve donanma ile yaşamaz”, “Cumhuriyet bir tılsım değildir. Millet Meclisi’nde bir efsun yapıldı. Bundan sonra her iş kendiliğinden düzelecek, her derdin çaresi kendiliğinden bulunacak değildir.”
“Ben cumhuriyetçiyim” diyenlerin, cumhuriyetin ilanı günü kaleminden çıkacak sözler bunlar mı olmalıydı?” (Age, s.302)
Tabi muhalefetin bu ölçüsüzlüğüne uzun süre göz yumulamaz. İstiklal Mahkemesi bu sefer İstanbul’da kurulur. Gazeteciler yargılanır. Muhalefetin ölçüsüzlüğü sürünce malum İzmir suikastıyla yeni bir safhaya girilir ve Cumhuriyetin sert kılıcı çalışmaya başlar… Kanla irfanla kurulan Cumhuriyet birilerine kurban edilemez!
İLANIN PERDE ARKASI
Cumhuriyetin ilanı, TBMM’nin nisan ayında yeni seçime gitmesi, 24 Temmuz günü Lozan Antlaşması, 6 Ekim 1923 günü Türk Ordusunun İstanbul’a girmesi ve şehrin işgalcilerden kurtulması, 13 Ekim günü Ankara’nın başkent ilan edilmesi, devletin şeklinin Cumhuriyet olacağı tartışmaları, muhaliflerin ayak oyunları ve bunun sonucu hükümet kriziyle ortaya çıkan bir gelişmeydi. Kaçınılmaz duraktı. Çünkü ondan önceki bütün süreçler aşılmıştı. En önemlisi de Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşmıştı. Onu yapan halkın yönetimi tescillenecekti. Olan buydu!
Anayasa değişikliği tasarısı Meclise geldiğinde 158 vekilin oy birliğiyle kabul edildi. Bunun da perde arkası var. Bunu da Atatürk’ün Özel Kalem Müdürü ve daha sonra Genel Sekreteri olan Hasan Rıza Soyak anılarında şöyle aktarır:
“1923 senesinin Temmuz ayındaydı. Büyük Millet Meclisi ikinci devre seçiminin arkası yeni alınmıştı. Atatürk, Halk Fırkasının kuruluşunu tamamlamakla meşguldü, Lozan Muahedesi de o günlerde ya imza edilmiş yahut imza edilmek üzereydi.
Bir gün Çankaya Köşkünden, Ankara İstasyonundaki Hususi Kalem binasına gelen kalem müdürü rahmetli Hayati Bey, beni Paşa’nın (Atatürk) istediğini söyledi; sebebini sordum, ‘Bilmiyorum’ dedi. Gönderilen bir otomobille Köşke çıktım. Yanımda arkadaşım Bolu mebusu ve Atatürk’ün eski yaveri rahmetli Cevat Abbas (Gürer) da vardı.
O sıralarda bir bağ evi olan eski Köşkün genişletilmesine karar verilmişti. Bu maksatla evin arkasındaki kayaların bir kısmı atılıyor, yapılacak ilâve için müsait yer açılıyordu.
Atatürk benim geldiğimi görünce, yanında bulunan sayın eşi Lâtife Hanımefendiyle, Cevat Abbas, Siirt mebusu Mahmut Beylere ve şimdi kimler olduğunu hatırlayamadığım daha bir iki misafirine:
‘İsterseniz bahçeye çıkıp kayaların nasıl atıldığını görelim. Biraz hava da almış oluruz’ dedi ve arkasından ilâve etti: ‘Hadi siz buyurun, ben de geliyorum…’
Onlar salondan çıktıktan sonra yanıma yaklaştı, yelek cebinden birkaç küçük kâğıt parçası çıkarıp bana uzattı; bu kâğıtlar o zaman daima kullandığı bir not defterinden koparılmış yapraklardı. “Bunları müsvedde halinde tebyiz edeceksin… Yazılar biraz karışıktır, dikkat et. Okuyamadığın yahut anlayamadığın yer olursa beni buraya çağırır sorarsın… Bir ‘Sepk-ü rapt’ noksanına rastlarsan düzeltmeye mezunsun… Aynı zamanda şunu da söyleyeyim ki bunları şimdilik yalnız sen ve ben bileceğiz. Amirlerine dahi bahsetmeye lüzum yoktur” buyurdu. Bana çalışmak için kendi masasını gösterdi, bahçeye çıktı.
HEYECAN YARATAN NOTLAR
“O çıkıp gittikten sonra kâğıtları okumaya başladım. Daha ilk satırlarda büyük bir heyecana kapıldım. Bunlar, o zaman mevcut olan 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun bazı maddelerini tadil mahiyetindeydi. Evvelâ 1. maddeye “Türkiye Devletinin Hükümet şekli Cumhuriyettir” cümlesi ilâve edilmişti. Ondan sonra aşağıdaki maddeler sıralanmıştı:
-“Türkiye Devleti BMM tarafından idare olunur. Meclis, Hükümetin ayrıldığı idare şubelerini İcra Vekilleri vasıtasıyla idare eder.
-Türkiye Cumhurreisi BMM umumî heyeti tarafından ve kendi azası arasından bir seçim devresi için intihap olunur. Riyaset vazifesi, yeni Cumhurreisinin intihabına kadar devam eder. Tekrar intihap olunmak caizdir.
-Türkiye Cumhurreisi Devletin reisidir. Bu sıfatla lüzum gördükçe, Meclise ve Vekiller Heyetine reislik eder.
-Başvekil, Cumhurreisi tarafından ve Meclisin azası meyanından intihap olunur. Diğer Vekiller, Başvekil tarafından ve yine Meclis azası arasından intihap olunduktan sonra hepsi birden Cumhurreisi tarafından Meclisin tasvibine arz olunur. Meclis içtima halinde değilse tasvip keyfiyeti Meclisin içtimaına talik olunur.”
‘ŞİMDİLİK ÜÇÜMÜZÜN ARASINDA KALSIN’
“Notlar bu maddelerden ibaretti, Görüldüğü gibi bunlar arasında dil ve dine ait bir kayıt mevcut değildi. Çok küçük harflerle ve epeyce karışık olarak yazılmış olan bu yazıları tebyiz ederken, kendisi bir iki defa salona gelerek yazdıklarımı kontrol etti; iş bitince de yazdıklarımı aldı, cebine koydu ve kendi notlarını yırtıp attı.
Bundan sonra, bir gün daha çalıştı; o zamanki Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ile eski ‘Osmanlı Kanunu Esasi’sinin siyasî, idarî, teşri’î, malî ve kazaî hükümlerini yeni duruma uygun şekle sokarak tam bir Anayasa Tasarısı vücuda getirdi ve:
“Şimdi bunu al Adliye Vekili Seyit Beye götür. Yarına kadar okusun; Halk Hâkimiyeti ve Cumhuriyet mefhumlarıyla, umumi hukuk kaideleri bakımından tetkik etsin, mütalâalarını bildirsin. Meselenin şimdilik üçümüzün arasında kalmasını arzu ettiğimi de söylersin…” emrini verdi.
Seyit Bey’i evinde ziyaret ettim. Atatürk’ün ricalarını bildirerek tasarıyı kendisine verdim. Ertesi gün, yine evinde buluştuk. “Pek mükemmel, esaslarda tamamen mutabıkım. Yalnız birkaç talî noktada -emirlerine uyarak- mütalâalarımı not ettim” dedi. Tasarıyı aldım, Köşke çıkıp Atatürk’e takdim ettim.
O günden Cumhuriyetin ilân edildiği 29 Ekim 1923 tarihine kadar geçen 3- 4 ay içinde bir daha ben, doğrudan doğruya kendisinin bundan bahsettiğini işitmedim. Yalnız, Viyana’da çıkan Neu Freie Presse gazetesinin bir muhabirine verdiği beyanatı arasında “Yeni Türkiye Devletinin Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini size tekrar edeceğim: “Hâkimiyet kayıtsız, şartsız milletindir. İcra kudreti, teşri selâhiyeti, milletin tek hakikî temsilcisi olan BMM’de tecelli ve temerküz etmiştir.” Bu iki maddeyi bir kelime ile hulâsa etmek kabildir: CUMHURİYET…” demişti.
Bu beyanat, gerek memleket -bilhassa İstanbul- gazetelerinde ve gerek yabancı basında türlü tefsirlere yol açmış, “Cumhuriyet şekline geçmek üzere bulunduğumuz” yolunda neşriyat yapılmıştı.
Bir de sulhun takarrür etmesi üzerine, tabiatiyle, değişmiş olan şartlara daha uygun, bir Teşkilãt-ı Esasiye (Anayasa) projesi hazırlamak üzere Halk Fırkasınca ilmî selâhiyeti haiz mebuslardan mürekkep bir komisyon kurulmuş ve istasyonda Hususî Kalem binasının üst katındaki salonda çalışmaya başlamıştı, Komisyon üyeleri arasında Diyarbakır mebusu Ziya Gökalp da vardı. Atatürk ara sıra bu komisyonun müzakerelerine katılıyor, gazeteler, bunu haber verirken komisyonda Cumhuriyet şekli üzerinde durulduğunu da ilâve ediyorlardı. İcra Vekilleri Heyeti Reisi Ali Fethi Bey (Okyar) de bir konuşmasında gazetecilerin soruları üzerine Anayasanın bazı maddelerinin tadile muhtaç olduğunu ifade eylemiştir.
Bütün bunlardan anlaşılan şudur ki; bir işin sırası gelinceye kadar, kendisini tutmasını pek iyi bilen Büyük Adam, geçen müddet zarfında, bir taraftan düşündüğünü tatbik etmek için münasip fırsat zuhuruna intizar etmiş, diğer yandan fikirleri yoklamak ve hazırlamakla meşgul olmaktan da geri durmamıştı.” (Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, C.1, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1973, s.181-183.)
KRİZ NASIL ÇIKMIŞTI
Soyak, Hükümet krizini de şöyle anlatır:
“1923 yılı Ekim ayının son günlerinde mevcut Teşkilat-ı Esasiye Kanununun tatbikatına ait bir meseleden dolayı güçlük baş göstermişti.
Mesele şuydu: Ali Fethi Bey (Okyar) bütün dikkat ve Vekilleri Reisliğine hasretmek düşüncesiyle Dahiliye Vekâletinden istifa etmişti. Aynı zamanda Meclis İkinci Reisliği de Ali Fuat Paşa’nın (Cebesoy) çekilmesi üzerine boş kalmıştı.
Teşkilât-ı Esasiye Kanunu hükümlerine göre, bunların yerine Meclis Umumi Heyeti tarafından, yenilerinin seçilmesi icap ediyordu. Diğer taraftan BMM ikinci devresinde, birinci devredeki İkinci Grup gibi, daha ziyade gizli faaliyette bulunmayı tercih eden, Fırkanın Umumi Reisi ile istişare, hatta temastan çekinen ve bir takım şahsî hislere kapılarak İcra Vekillerini durmadan hırpalamaya çalışan muhalif bir hizbin vücut bulduğu görülüyordu.
İşte bu hizbin sinsi faaliyeti neticesi olarak Fırka Grubu; Hükümetin teklif ettiği zevat yerine Dahiliye Vekilliği için Erzincan mebusu Sabit (Sağıroğlu) ve Meclis İkinci Reisliği için de Rauf (Orbay) beyleri namzet göstermiş, fakat Fırkanın Umumî Reisi Atatürk bu kararı tasvip etmemişti.” (Soyak, Age, s.184.)
MAZHAR BEY’E YAZDIRILAN NOT
Burada hatırlatmamız gereken önemli bir husus da Atatürk’ün daha Erzurum’da iken eski Vali Mazhar Müfit Kansu’ya “Yaz, vakti zamanı gelince Cumhuriyet ilan edilecek” şeklinde tarihi notudur. Aslında 29 Ekim günü, Paşa’nın o sözünün 4 yıl sonra olaylarla hayata geçmesi idi.
Şunu da hazırlatalım, Cumhuriyet öyle bir gecede oldubittiyle ilan edilmedi. Aylar öncesinde tartışılarak ortam buna hazırlandı. Fikirler söylendi, alındı… Ayrıca Cumhuriyet bizde ilk kez ilan edilen bir sistem de değildi. Dünyanın birçok ülkesinde cumhuriyet vardı: Fransa, ABD, Çin, Rusya, Portekiz, Azerbaycan ve Buhara…
Atatürk, 2 Aralık 1923, Tercümanı Hakikat gazetesi Başyazarı Hüseyin Şükrü Bey’e verdiği demeçte, “Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu kazanmak için çok kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lazım olanı yapmaya hazırız. Cumhuriyet fikir serbestisi taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre hürmet ederiz. Her kanaat bizce muhteremdir. Yalnız bize karşı olanların insaflı olması lazımdır.” der. (ATABE, C.16, s.172.)
Bu sözler çok şeyi anlatır.
Cumhuriyetimiz ebedi olsun…